Yürürken yolda bulduğum yere düşmüş portakal ve mandalinalarla yol boyunca oynamayı severim.
Herhangi bir nedenle birine "çok" fazla kızmış da olsam en fazla yarım saat sonra kızgınlığımın nedenini unutmuş olabilirim.
Yaşım 18, 38 veya 58 de olsa oyuncaklardan, haribolardan ve şekerlerden asla asla vazgeçmeyeceğim.
Dünyada yapmadığı şey kalmamış insanlar kategorisinde değilim. Hiç de olmayı düşünmüyorum. Her zaman geriye yaşayacak heyecanlar ve tutkular bırakılmalı diyenlerdenim.
Çocuk değilim ama çocuk ruhluyum. Bu aslında herkesin düşündüğünün aksine kötü bir şey değil. Çünkü bundan 10 yıl sonra hepiniz sıkıcılıktan ve hayatınızın monotonluğundan bahsederken beni bir salıncakta "çocuklar gibi" eğlenirken bulabilirsiniz.
Yavru bir kedicik gibi ilgi delisiyim. Sadece sevilmek istiyorum. Hem de saatlerce!
En sevdiğim renk, en uğurlu sayım, en değer verdiğim objem falan yok. Gelip geçici olan bu dünyada sevdiğim insanları sahiplenmekten başka bir şey istemiyorum.
Evet, prenses değilim. Pembe falan da tuvalet yapmıyorum. Ama kendimi prenses gibi hissettiren insanlara geri dönüşü olmayan bir şekilde sevgi beslediğim doğrudur.
Çok sakarım. Geçen hafta Migros çıkışı karşıdan karşıya geçerken kafamı trafik levhasına vurdum! TRAFİK LEVHASI! Ama tabiki geçerli bir nedenim vardı. Bazen çikolata yerken kendimi kaybedebiliyorum.
Duygu değişimleri çok fazla olan biriyim. Bir saat önce ağlarken, bir saat sonra sevdiğim sayesinde mutluluktan totoşum havalara uçabilir. Ama buna rağmen çoğu şeyi (!) ölümüne kafaya takarım.
Kinci değilim ama ilahi adalete inanırım. Eğer kötü bir şey yaptıysam, gün gelir; benim de başıma gelebilir. Yine aynı şekilde birileri bana hak etmediğim bir söz söylemişse veya aşırı bir davranışta bulunduysa o an tepki vermek yerine zamana bırakmayı tercih ederim. Çünkü öğrendiğim bir şey varsa o da; hayat öğretir ve yaşatır. Tıpkı bir ayna misali. Yaptığın şey sana yapılmadan ölmezsin.
Sonuçta insana yakışan "insanca" yaşamak. Sözlerde, davranışlarda, sevgide ve eğer varsa nefrette. Bir zamanlar sadece din kültürü öğretmenimden not dilenmek iççin ağzıma sakız yaptığım ama büyüdükçe anlamını harf harf idrak ettiğim "Bir kalp kırmak, Kabe'yi yıkmak gibidir."
(Bu paragrafın da en uzun olması biraz manidar oldu. Zamanında ne kadar kırıldığımın bir işareti olsa gerek. Ama hepsi Allah'a emanet. Kimsenin hakkı kimsede kalmaz.)
Hayatta belli bir hedefim yoktu; ta ki geçen 3-4 aya kadar. İç mimar olmaya karar verdim. Ve istediğim üniversiteyi de sıyırıp geçince bir sene daha denemeye karar verdim. Herkes ne kadar karşı çıksa da hayatımda yaptığım en cesurca şeydi sanırım.
En sevdiğim şarkı diye bir şey de yok. (Sanırım insanlar dışında bir şeyleri sahiplenmekten cidde hoşlanmıyorum.) Yıldız Tilbe, Ebru Gündeş, Müslüm Gürses, Halil Sezai dinlemeyi severim. Yani anlayacağınız tam bir arabesk insanıyım.
Prenses(!) ayaklarım 41,5 numara! Erkeklerle pişti olmamak adına bulabildiğim en ilginç ayakkabıları giymeyi tercih ediyorum. (Her ne kadar insanlar bu zevki bir türlü anlayamasa da!)
Bir erkek arkadaşım var, tüm bu blogun kuruluş amacı da oydu zaten. Ailemden sonra en çok değer verdiğim, bana en çok değer veren, sarıp sarmalayan o. Bu yüzden de hakkı asla ödenmez bende, yeri bambaşka.
Derken bu liste böyle uzar gider. Sadece kafa dağıtmak için ve Instagram'dan gelen "Kimsin?" sorularına cevap vermek adına yazdım bu postu.
İşte anlayacağınız Piggy 18 yaşında, 1.75 boyunca, 55 kilo. Yarışmaya sevgilisinin kalbinden katılıyor. Taliplerini değil de okuyucularını bekliyor. Hepinizi mis kokulu öpüyor.
Bu arada nacizane kimseye akıl vermek benim haddime değil ama kalp kırmakla dediklerimi unutmayın. Karşınızdaki insanları tek bir sözle aptal veya aşık edebilirsiniz kendinize. Kalp kırmayın, sevin, sevilin. Çünkü nefeslerimizin garantisi yok.
Yorumlar
Yorum Gönder