Ana içeriğe atla

Her şeyden ortaya karışık; Cem Yılmaz'ın deyimiyle "Little little into the middle!"

    Her şeyden ortaya karışık, bir bağlamanın her telinden şarkılar okuyacağım bir post daha huzurlarınızda sevgili okurlar.

    Dışarının -2 derece soğuğuna rağmen (Siz, sevgili okurlarım nerelerde oturuyorsunuz/okuyorsunuz bilmiyorum ama benim oturduğum şehre yaklaşık 6 yılda bir kar yağdığı için -ki ona da kar denmez, iki saatte eriyip gidiyor- soğuğunu biz çekiyoruz. İzmirliler de güle oynaya Instagram'ı kar selfieleriyle dolduruyor! Eee insaf kardeşim bizim de canımız çekiyor!) sıcacık battaniyem üstümde, klimanın karşısında mutlu göbişler dercesine yayılıp yatıyorum. 



    Tabi yatıyorum dediysem de sokaktaki dostlarımızı da asla ve asla unutmuyorum! Pencerenin kenarına buğday ve bulgur taneleri; kapının önünde yaz-kış değişmeyen bir kap su ve mama. Yapması çok zor değil, yemek artıklarını bile koysanız bir çok canı sevindirebilirsiniz. 


    Hatta bir de double sevaba girmek isterseniz bütün Migros'larda satılan 1 TL'lik çanta boy mamalardan alıp çantanıza atabilirsiniz!

   Bu şekilde şairane ve hayvansever bir giriş yapıp gönlümü ferahlattıktan sonra asıl konulara geçebiliriz sevgili Piggyseverler! 

     Herkesin (Facebook, Snapchat ve Instagram dolayısıyla) bildiği üzere Türkiye dolaylarındak, tüm çilekeş öğrencilerimiz karnelerini aldı. Kimi hüzünlendi, kimi o bok sarısı takdirleri gördükçe gözleri parladı; hala daha yapan var mıdır bilinmez ama kimimiz ise çamaşır suyuyla notları değiştirdi vs vs vs. Tabiki önemli olan Allah'ın takdirini kazanmak deyip klişe bir sonla bitireyim dedim. Zaten haberleri okudukça insanın bu eğitim sistemine daha da sövesi geliyor. TEOG yüzünden, takdir alamadığı için intihar eden çocuklar, daha bilmediğimiz bir çok şey. Avrupa'dan örnek almamız gereken nice şeyin belki de ilk sırasında yer alıyor bu sistem. 


Bugün de post yazasım niye geldi bilmiyorum ama aşırı aşırı depresifim. Bu seferki derslerden değil. Sanki hayatımdaki her şeye itirazım varmış da konuşmaya mecalim yokmuş gibi. Zaten konuşsam da pek dinleyeceklerine emin değilim. Sezen Aksu eşliğinde size yazıyorum. Aslında prenseslere pek yakışmıyor depresiflik ama kulesine onu kaçırmaya gelen prensine saçları yetmemiş de yine bir 10 yıl daha cadıyla yüz yüze kalmak zorunda olan bir Rapunzel depresifliği. (Amaan laf aramızda kalsın da valla depresyonum bile elit ulen.)


Benim içim mutlu olmak zor bir eylemdi. Biri bana çiçek alsın mutlu olayım, gofret alsın da yüzümde güller açsın tarzı bir insan olamadım hiç. Gözüm de fazla yükseklerde değildi aslında. Ama zor mutlu olan biri olduğum için de kimseden bir şey istememiştim. Çünkü bazen mutlu taklidi yapmam çok zor oluyordu. Tabi bu biraz geçmiş zamandı. Prensesliğe ilk adım attığım zamanlar. Ve o zamanın şartlarına göre egomun tavan yaptığı günler. 

Şimdiyse durum daha da değişti. Küçük şeylerle mutlu olabilmeyi Hamburger'le öğrendim. Bir kitap ayracına mesela, bir kar küresine, Kinder'e. Çıtayı düşürmedim, daha da yükselttim ama daha normal olabilmeyi öğrendim. Çünkü isteklerimi ne kadar uç noktalarda seçersem o kadar mutsuz olduğumu fark ettim. Mesela bundan tam 7 yıl öncesinde en en en büyük isteğim Jeremy Scott Kanatlı ayakkabılarıydı. Ama nasıl bir aşk anlatamam. Tüm arkadaşlarım biliyordu zaten ama Türkiye'de yoktu o dönemler. Varsa bile İstanbul gibi şehirlerdeydi. Aracı akrabalar sayesinde oraları da sordum soruşturdum ama tık yok tabi ki. Aradan 5 yıl geçti... 
Sonra derken bir gün Adidas'ın bir outlet mağazasında çıktı. Hem de sezon fiyatının 1/3'ü fiyatına! Zamanında 300 dolara göz yuman ben o fiyata görünce kaçırmadım. Ama "ufacık" bir sorunum vardı! O zamanlar 41 numara (gerçi hala daha 40,41 giyiyorum.) giyen benim için o ayakkabılar 45 numaraydı. Onu bile hiç düşünmeden aldım. Artık siz bendeki mutluluğu düşünün. Bir hafta boyunca o ayakkabılar masanın üstünde durdu, her gece yatmadan önce seyrettim falan. İçine kalıp koyarak giyiyordum. Ama ayağımı o kadar ağrıtıyordu ki anlatamam. Şimdilerdeyse evde dolabımın içinde kutusunda öylece yatıyor zavallılar. 
İşte ben o ayakkabıları alınca mutluluğun ne kadar boktan bir kavram doluğunu anladım. O kadar kıçımı yırtıp ünümü, ismimi ülke sınırlarına çıkarıp tek tek o arabayı arayayım ama sonra hiç beklemediğim bir zamanda sahip olayım ve şimdi de giymek canım istemesin. Bu aynı çikolataya bayılıp da cırcır yapıyor diye yiyememek gibi bir şey. (Şaka maka Allah kimsenin başına vermesin!)



İşte ararken yerlere göklere sığdıramağım ayakkabılarım. Yazın bunlara tekrardan el atıp kendine getirmem lazım. Seneye gittiğim üniversitenin kampüsünde salına salına gezerim. 


Her ne kadar aldıktan sonra bi aksilik çıkıp giyemesem de şu adamın tasarladığı her şeye hayranım! Ahh Kendall Jenner gibi fiziğim olsaydı Victoria Secret'ten önce bunun mankeni olurdum! 


Bu kadar ağlanıp sızlanacağına gidip ajansa kaydol diyenleri duyar gibiyim. Ama her ne kadar 1.75 boyunda, 58 kilo bir prenses olsam da benden bir manken çıkmaz üzgünüm. Kazulet gibiyim ayool! 


Hem hayallerim arasında ileride manken olup 35'ine varıp elden ayaktan düşüp podyumların yüzüme tükürdüğü zaman İşte Benim Stilim tarzı programlara katılıp kendimi rezil etmek yok! Ben edebimle okuyup psikolog olup, ileride de kafe veya kitapçı açmak istiyorum. Aaa bir de 4 tane velet.


Önde Hamburger, arkada ben; ortada ise bir sürü küçük velet parka götürdüğümüzü hayal ediyorum da arada mutlaka birkaç tanesini kaybederim. Şimdiden gözlerime iyi bakıp bol bol havuç yemem lazım! 

dip not: Ufakken en sevdiğim çizgi filmdi! 

Ordan burdan şurdan derken her konuya itinayla el attım derslerden bahsetmesem olmaz! Zehra Çilingiroğlu gibi karne hediyesi olarak 400 milyarlık jip alamasak da biz de bir takdir getirdik ama yine de her gün 12-7 arası özel ders bürosuna kapanıp ineklemeye devam ediyorum. Tam tamına 50 gün kala bu netler yükselmiyor! 


Sonra Piggy'nin gözleri de her deneme sonrası böyle pörtlüyor! 

İnşallah YGS sonrası da böyle pörtlemez de gece ikilere kadar çalıştığım biyoloji konularına tek tek sövmek zorunda kalmam! 

Haydi bakalım şimdi Piggy kaçar. İnek gözlüklerini takıp doğruca o binbir özenle hazırladığı "15 TATİL PROGRAMI" adı altındaki işkenceleri uygulamaya! 



Hepinize kokulu öpücükler! 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evlenip ineklerimin anası, evimin kadını, kocamın prensesi olacağım!

Trajik başlığımdan da anlayacağınız üzere hayatım gittikçe daha değişik bir hal alıyor ve sevgilimden ismimi alacakları danaya koymasını istedim!  Evet, herkes şok!  Herkes iptal!  Ama ben daha şimdiden yaz için inek sağmayı öğrenmek istiyorum. Belki de blogger'lıktan emekli olup çiftçilik yapmanın vakti çoktaaaan gelmiştir...  Elveda Chanel no:5'ler, merhaba inek boku kokuları. Elveda hayalimdeki Tarık Ediz abiye koleksiyonu, merhaba möö'lemeler!  Ayy şaka bir yana tabiki de daha hali hazırda başlangıç seviyesinde olan elitliğimden asla ödün vermeyeceğim lakin hayvanların her türlüsünü sevmek, okşamak hoşuma gidiyor! Buna 500 kiloluk inekler de dahil. Ve yine kocaman bir EVET, inek sağmayı kendi özgür irademler istiyorum. (Şaşkınlıktan açılan ağızları kapatın bakayım! Evlenip ineklerimin anası, evimin kadını, kocamın prensesi olacağım!) Darısı başınıza sinsiler!  ---------------------- Şimdi de mikrofonu iç sesinizden uzaklaştırıp

O gemi bir gün gelecek mi İsmail Abi?

Bu günlerde aynen atanamayan İsmail Abi gibi dolanıyorum ortalıkta. Hamburger'e her kavga sonunda söylediğim "Senin Mecnun olmaya cesaretin varsa ben her zaman Leyla'yım." lafı döndü dolandı sadece anılarda kaldı sanırım. Bırak Leyla ve Mecnun olmayı, İsmail Abi'nin bile basit bir versiyonuyum sadece. Benim de Şekerpare'm Hamburger oldu, o da Şekerpare gibi "Gelmicem" demedi de sadece "Bakarız" deyip duruyor. (Belirsizlikler ve numarası kalmayan ayakkabı kadar b*k bir durum daha yok bu hayatta!) Biliyorum bu işler her zaman benim hayatımdaki gibi güllük gülistanlık olmuyor, bazen seçimler yapmak gerekiyor, bazen birilerinin iyiliği için kendinden fedakarlık etmek gerekiyor.  Bense 18'ime gelip bunları yeni yeni öğreniyorum. Çünkü bu zamana kadar kimseyi Ege Bölgesi dışına uğurlamadım, kaldı ki şimdi koskoca bir Avrupa ülkesi Hamburger'i bekliyor. (Koskoca dediğime bakmayın, bizim İzmir kadar!)  Ah ulan diyorum

"Chanel'e ihtiyacım yok, ben aşk istiyorum."

Artık eskisinden daha farklıyım. Daha enerjik, daha gözü kara, daha eğlenceli ve daha bir sürü sıralanabilecek madde.  Ama gelin görün ki çevremde bu davranışlarımın farkında olabilecek kimse kalmadığı için fazlaca depresif görünüyorum!  Gerçi Hamburger bu halimi anlamayıp benden iyice uzaklaşıyor! Aslında tek istediğim sevgi ve ilgi! Yağmur altında kalmış kedi yavrularından hiçbir farkım kalmadığını ne zaman anlayacak?  Aslında şaka bir yana bugün dinlerken fark ettim ki hayatım şarkısı Fransızca olacakmış! Üstüne üstlük tek bir kelimesinden bile nefret ederken!  Hiç dinlediniz mi bilmiyorum ama Zaz'dan Je Veux! Tek kelimesiyle muhteşem.  Tabi eğer benim gibi cahilseniz çeviriyi okumadan dinlemek pek bir işe yaramıyor, sadece melodisi suratta bir kilo dondurma yemiş gibi ponçik bir his bırakıyor!  Şarkı için  https://www.youtube.com/watch?v=Tm88QAI8I5A Çeviri için  http://www.sarkicevirileri.com/zaz-je-veux-sarki-cevirisi/ "Beni mutlu edecek olan sizi