Şimdi gelelim muhteşem(!) Paris turumuzun ikinci gününe. (Bu ünlem işaretinden de anlayacağınız üzere ailecek ve turdaki diğer kişilerin de ortak fikriyle memnun olmadığımız çok nokta vardı, bunların hepsini son postun not kısmında teker teker yazacağım.)
Öncelikle sabahın 8'inde otelin lobisinde toplanacağı söyleneceği için Paris'te daha güneş doğmadan kalktık. Tabi ki tur rehberimizin saat dokuzda geldiğini söylemezsem olmaz.
İlk durağımız Paris'i Paris yapan, orasının simgesi haline gelen Gustave Eiffel'in eşsiz eseri Eyfel Kulesi'yle başladık. Bilindiği üzere toplamda 3 kattan oluşuyor. (Katlara çıkabilmek için en az 20 dakika beklemek zorunda kalmanız da cabası!) Merdivenle veya asansörle çıkılabiliyor. Birinci kat 3000, ikinci kat 1500, üçüncü kat da 300 kişi taşıyabiliyor. Biz fazla zamanımız gitmesin diye sadece ikinci kata çıktık. Ama manzarası resmen mükemmel! Tüm Paris ayaklarınızın altında.
Piggy'den not: Eğer gidecekseniz yanınızda selfie çubuğu olmadan asla ve asla gitmeyin! O kadar güzelliği normal bir ön kamera selfie'sine asla sığdıramıyorsunuz.
ps: Eyfel'in altındaki parkın manzarası da ayrı bir hoş :)
Ve Eyfel'deki restaurantlar hakkında anlatılan bir rivayete göre; ikinci katta bulunan Jules Verne Restaurant'ının önümüzdeki 60 yıl için yılbaşı rezervasyonları doluymuş. (Bir tabağı 90 euro'dan başlayan orta sınıf elit bir restaurantın tek ayrıcalığı Paris'in Demir Leydi'si olarak anılan Eyfel'in içindeyse Mc Donalds'ın suçu ne a dostlar!?)
Bunlar da Eyfel'in ikinci katından objektifime yansıyan kareler sevgili Piggyseverler! :)
Eyfel'den sonraki durağımız Seine nehri kıyısında tekne turuydu. Malumunuz bu muhteşem nehir Paris'i ortadan ikiye ayırıyor ve üzerinde tam tamına 39 tane körü bulunuyor. Biz bir saat on dakikalık turumuzda sadece 13 tanesini görebilme imkanı bulduk ama onlar bile bizi büyülemeye yetti de arttı bile. :)
Nehir gezintimizi yaptıktan sonra sıra Ressamlar Tepesi'ne geldi. Buraya baya uzun bir metro yolculuğu yaparak geçtik. İki saat serbest zaman verildi. Bende bu fırsattan istifade çok övülen Le Cenin isimli restaurantta Fransa'nın ünlü soğan çorbasını, ördeğini ve krem brület tatlısını denedim. Her biri ayrı müthişti! Siz siz olun giderseniz bunların üçünü de denemeden asla ve asla gelmeyin. (Ördek eti de beklediğimden çok daha tatlı ve yağlıydı. Şahsen yağlı et yemediğim için yağlı kısımlarını babama postaladım ama onun dışında eti ve pişirimi çok güzel. 8 saat boyunca özel bir taş fırında pişirildiği için Fransa'da ve diğer yurt dışı ülkelerinde yenilen içi kanlı et gibi bir şey beklemeyin.
Bu arada Ressamlar Tepesi'nden biraz bahsedecek olursak Montmarde meydanının kalbi olarak adlandırılan Sacre Couer Bazilikası'nı da içine alan bir maydandır. Yıllar yıllar önce Salvador Dali, Pablo Picasso, Van Gogh gibi ressamların evleri ve atölyeleri hep bu sokaktaymış.
ps: Dükkanları bile ayrı şeker değil mi?
Kaptan Piggy konuşuyor, yolcuların dikkatine! Paris'te genellikle evlerin ortasında taşıtlarını parketmek için avlu şeklinde boş alan bırakıyorlar.
Bu sokakta bir sürü hediyelik eşya alınabilecek dükkan ve restaurant bulabilmeniz mevcut. Zaten adım gibi portrenizi çizmek isteyen yeni nesil ressamlara rastlayabilirsiniz. Tam fotoğraf çekmelik bir sokak olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım! :)
Buradaki gezimizi bazilikayı da gezdikten sonra noktaladık. Bazilikanın içinde fazla fotoğraf çekmedim çünkü insanların ibadet yerini fotoğraflamaktan çok hoşlanmıyorum. Bizim ülkemizde nasıl camilere saygı gösterilmesi gerekirse bende aynı şekilde diğer ibadet mekanlarına da saygı gösterilmesinin tarafındayım. O yüzden bu tasarım harikası bazilikanın sadece dış görüntüsüyle yetineceksiniz Piggyseverler üzgünüm.
ps: Her yerde bu teyzoşlardan görmeniz çok muhtemel! :)
ps: Atlı karınca hastası biri olarak Paris'te bile küçük bir örneğini buldum!:)
Ressamlar Tepesi'nden indikten sonra Notre Dame Katedrali'ne geçtik. Ama orayı gezemedim! Bu Piggy şanssızlık timsali değil de nedir, söyleyebilir misiniz? Eğer girememe nedenimi soracak olursanız tuvaletimin gelmesi! Sokakta umumi tuvalet ararken meydana döndüğümde bir baktım ki bizim kafile ortada yok. Meydanı 3 kere baştan sona turladım baktım ki bunlar içeri girmiş, katedrale girmek için beklemek zorunda olduğum sıra da İzmir nüfusunun üçte biri neredeyse bende "Piggy bu sevdadan vazgeç kızım." diyerek taşa oturdum, çıkmalarını bekledim. Bu yüzden bu katedralin de sadece dışıyla yetineceksiniz. (Kötü bir bloggerim biliyorum ama çiş gelince tutulmuyor ki, fazla rahatsız edici!)
Katedral faciasından sonra rehberimiz bizi meydanın ortasında bırakıverdi. Yani bir anda gitmedi tabi ki de otele gitmek isteyenler şurdan, Louvre Müzesi'ne gitmek isteyenler şurdan tarzı birkaç "fazla anlaşılır" cümleler kurdu ve sonra "Yarın Disneyland'da görüşürüz!" diyerek pıt pıt metroya doğru yol aldı. Biz de kafile olarak sibek gibi meydanının ortasında kalakaldık. Baktık herkes dilediği yere gidiyor. Meydan boyunca rehberin tarif ettiği yerden yürümeye başladık. Giderken mağazalara da bakmayı unutmadım. Ama bulabildiğim tek şey h&m'den kot tayttı. Sanki koskoca Türkiye'de yokmuş gibi gidip Paris'ten kot tayt aldım. Ayakkabısını sile sile Hamburger kotun da hakkından geldi!
Büyük cam üçgenden müzeye giriyorsunuz!
** Piggy'den dip not: Louvre Müzesi toplamda 4 kattan ve uzunluk olarak 1 kilometre 300 metreden oluşuyor. Başka bir rivayete göre de müzedeki her bir eserin önünde sadece 4 dakika kalacak olsanız bu müzeyi gezmeyi 4 yılda bitiremiyorsunuz. En çok ziyaret edilen sanat müzesi olmasında yetkililerin bir bildiği varmış demek ki. (Biz 2,5 saatte anca 4. katın yarısını gezebildik. Tabi ki de Mona Lisa'nın o gizemli gülümsemesinin önünde bir ailecek bir selfie çekilmeyi ihmal etmedik!)
Şimdilik Paris Günlükleri serimizin 2. postunu da bitirmiş bulunuyorum. Darısı üçün başına, hepinize mis kokulu öpücükler!
Yorumlar
Yorum Gönder